Gerçek ile görünen arasındaki ince sınır
2.20 Gören, görmenin gücüdür, görülmek için belireni ya da zihinsel bir kavramı zekanın yanıltıcılığı ile algılar.
-drashra drişi matrah suddah api pratyaya anupaşyah
2.21 Görünenin (bilinebilenin) esas niteliği, sadece öze hizmet etmektir.
– tad-artha eva drişyaya atma
2.23 Nesne ve kişinin özü arasındaki ilişki sebebiyle kişi, nesnelerin ve kendinin gerçek doğasını ve ardındaki gücü algılar.
– sva svami saktyoh svarupa upalabdhi hetuh samyogah
2.24 Bu birlikteliğin oluşmasına neden olan avidya, yani cehalettir.
– tasya hetuh avidya
2.25 Avidyanın yok oluşuyla, bu birliktelik de yok olur ve bu da göreni (kişiyi), özgür kalma ya da aydınlanma durumuna (kaivalya) taşır.
– tat abhavat samyogah abhavah hanam tat drişi kaivalyam
Der Yoga Sutralar. Aslında algılanan herşey zekanın yanıltıcılığı ile algılanır. Zihin bildikleri, öğrendikleri ile objeyi (algılanan ve algılanamayan herşey) gerçek doğasından, özünden indirgeyerek, algılayabileceği hale dönüştürür. Bu noktadan da binlerce yıldır cevabı aranan soru doğar: “Öz nedir?”
Kişi cehaletinden, yani özü bilmeyişinden ötürü, objeleri devamlı olarak duyular yolu ile algılama çabası içindedir. Objeler ise doğaları gereği kişiyi aydınlatma, devam ettirme, karanlığa/tembelliğe sürükleme nitelikleri taşırlar. Örneğin kişi bir objeyi sevdiğinde ona bağlanma eğilimi gösterirken, başka bir obje ile negatif olarak adlandırdığı bir deneyim yaşadığında o objeden nefret edebilir. İşte kişinin bu seçimleri cehaletten, objeyi olduğu hali ile algılayamamasından doğar. Oysa her objenin varoluş amacı, uyum içinde kişiye özü yansıtmakken, kişi objenin ardındaki gerçek yerine o an zihinde yarattığı gerçekliği algılar. Bu gerçeklik, zihnin daha önceki deneyimleri sonucunda oluşturduğu modifikasyonlar (zihnin düşünce kalıpları) yüzünden, karşılaştığı objenin özünü otomatik olarak modifikasyonlardan gelen bilgiye dayandırarak algılamasıdır. Obje, yerini eski deneyimler ve sonuçlarından oluşmuş olan bu modifikasyonlara bırakır ve işte bu yüzden kişi objeyi olduğu gibi algılayamaz. Kısacası her özden indirgenmiş obje, aslında kişinin kendini ifade etme çabası nedeniyle varlığını sürdürür. Bu yüzden objelerin varlığı, görenin gücünden gelir. Bu gerçeklik ihtiyaçtan doğan geçicilik ilkesine dayanır. Ardışıklığın bittiği noktada anlaşılır ve terk edilebilir hale gelir.
Örneğin; bir zihnin zarar verici olarak algıladığı bir obje başka bir zihin tarafından faydalı olarak algılanabilir. Daha önce de belirttiğim gibi, kişinin önceden edindiği modifikasyonlar, yani geçmişten gelen bilgiler objenin şekillenmesine sebebiyet verir. Bir grup öğrencim ile yağmur ormanlarını gezerken devasa ağaçlara, aynı büyüklükte sarmaşıkların sarıldığını ve bu sarmaşıkların ağaçları kırarak devirdiğine şahit olduk. Öğrencilerimden biri “Yazık ağaçlara, bu sarmaşıkları öldürmenin bir yolu yok mu?” diye sordu. Çünkü onun algısına göre ağaç ihtiyaç olan, iyi olan, güzel olanken, onu öldüren herhangi başka bir canlı doğal olarak kötüye dönüşüyordu. Öğrencime şunu söyledim “Ağaçların altına ve gölgesinin kapladığı çevreye bak, ne görüyorsun?”
“Bir kaç ot ve toprak” dedi. “İşte tam da bu yüzden yıkılmaları gerekiyor. Gölgesinde kalan yeni tohumların yeşermesi, ormanda canlılığın devam edebilmesi, yeniye yer açılabilmesi için. Öncelikle sence bu orman nasıl gözüküyor?”
“Büyüleyici” dedi.
“İşte, sen işine karışmadığın için büyüleyici. Zannediyor musun ki sen o sarmaşıkları yok ettiğinde daha iyi olacak?”
Eylemlerin, objelerin içindeki gerçeği görmek zordur. Pratik ve teslimiyet bu gerçeğin görünebilir hale gelmesinin tek yoludur. Objeyle öylece kalmak gerekir. Obje yok olana kadar… Obje yeniden var olana kadar… Obje yeniden yok olana kadar… Ta ki içindeki öz görülebilir hale gelene kadar.
Yine sutra 4.15, 4. 16 ve 4.17 der ki:
4.15 Aynı obje farklı zihinlerle farklı şekillerde algılanabilir, çünkü bu zihinler farklı var oluş seviyesindedirler.
4.16 Hiçbir obje hiçbir zihne bağlı değildir, eğer öyle olsaydı, o zaman obje o zihin tarafından deneyimlenmediğinde, objeye ne olurdu.
4.17 Objenin zihinde oluşturduğu yorumlu algılanışı, gerçek objenin bilinmesine ya da bilinmemesine sebep olur.
Obje, algının yanıltıcılığına uğramadığında; sonsuz, doğal öz halindedir. Zihin var oluş seviyesine göre objeyi sonsuz halinden indirger. Örneğin Bhuta (4 Element) Meditasyonu’nda yogi bedenini bir obje olarak alır ve elementlerin 12 karakteristik özelliğini ayırt eder. Bu noktada öncelikle zihin kaba olarak algılamaya alıştığı objenin niteliklerini fark etmeye başlar ve obje üzerindeki algı incelir. Ardından kişi Bhuta Meditasyonu’nda ilerledikçe bu 12 karakteristik özellik, ait oldukları elementlere dönüşmeye başlar. Bu noktada objenin üzerindeki modifikasyonların bir bir yok olması ile obje daha da ince bir hal alır. Ve sonra bu 4 elementin birliğinin idrakı ile maddenin nihai özü görünür olur. Yani zihin var oluş seviyesine göre her aşamada baktığı objeyi farklı olarak algılar. Oysa obje zihne bağlı değildir, zaten nihai sonsuz halinde var haldedir. Zihnin kendini ifade etme ihtiyacından ötürü objeler yorumlu şekilde algılanır. Bu algı da her zaman objenin gerçek olarak bilinmesine engeldir.
Gerçek ile görünen arasında aslında hiçbir çizgi yoktur. Gerçek ile görünen arasında gören vardır.