Ekranda dilini bilmediğin bir filmi izlediğini düşün. Başrol oyuncusu da aynı sen. Yan karakterler eşine, dostuna çok benziyor. Bir şeyler oluyor filmde ama anlayamıyorsun. Ses tonları, gülüşmeler, bağırışlar… İnsanların tepkilerinin devamlı değiştiğini görüyorsun ama ne dediklerini çözemiyorsun, hangi karakteri nereye koyacağını bilemiyorsun. “Neden ağlıyor bu kadın?”, “Neden sinirlendi bu çocuk?..” Ardından biri çıkıp sana diyor ki “Bu film ne anlatıyor?” Hiçbir fikrin yok…
Eğer bir filmi anlama kaygın yoksa hangi dilde izlediğinin de hiçbir önemi olmaz. Ama eğer neler olup bittiğini anlamak istiyorsan, işte o zaman dikkatle oraya bakman ve dinlemen gerekir. Eğer anlamaya çalıştığın kendi hikayense, o zaman da öncelikle yoluna bırakılan işaretleri okuman gerekir.
Çetin Çetintaş’ın son kitabı daha sayfaları çevirmeden okuyucusuna “Hayat Sana Ne Anlatıyor?” diye soruyor. Hayatlarımızın okulda aldığımız hayat bilgisi derslerinden daha karmaşık olduğunu anladık ve karıştıranın biz olduğu gerçeğiyle de yüzleştiysek, artık gerçekten bize ne anlatılıyor öğrenmek için görünenin ötesine, yaşamın en temel diline bakabiliriz. Yani elementlere…
“Elementleri anladığında kendi hikayenin yazarı olursun.” diyor Çetin Çetintaş. Okuyucuya kurban, kurtarıcı rolleri dahil sığındığı pek çok kalıbı gösteriyor bu kitabında ve “Arkasına saklanmayın kalıplarınızın.” diyor. Yaşadığınız her şeyin bir sebebi var… Elementler aracılığıyla hiç bakmadığın bir pencereden yaşama bakıyorsun. Belki gördüklerin hoşuna gitmiyor, ama insan bir kere bakmaya başladı mı gözünü de yoldan alamıyor.
“Duygularından korkma çünkü her duygu bir ihtiyaçtan doğar.” diyor kitapta. Çünkü insanın yaşamında korkunun, öfkenin, mutluluğun ne kadar alan kapladığını görüyor öğretmen… Duygunun insanlık hallerinden biri olduğunu kabul etmekte zorlanan biri için oldukça çarpıcı bir yaklaşım bu öyle değil mi? Peki neden korkuyoruz bu kadar duygulardan? İnsan olmanın doğası gereği içinden geçtiğimiz duyguları kabul etmekte neden zorlanıyoruz? Çünkü anlamıyoruz… Kızmamamız, üzülmememiz, sevinmememiz, şaşırmamamız gerekiyor zannediyoruz. Duyguların peşinden gidip yolda kaybolmayı kastetmeden soruyorum öyleyse… Duyguların neden ortaya çıktıklarını, temsillerini, doğalarını, elementsel karşılıklarını yani kısacası kaynaklarını anlayamazsan kendini nasıl anlayacaksın? Kendinden yola çıkamazsan, kimin yolunu referans alacaksın veya yoluna referans olacaksın?
“Hayat Sana Ne Anlatıyor” işte dilini bilmediğin o filmin senin için yeniden hazırlanmış hali… Yazılanları birebir yaşamış, o duyguların hepsinden geçmiş olabilirsin, kafan karışmış olabilir, doğru dediğin eğri çıkmış olabilir, hatalar yapmış olabilirsin. Hayat bu, her şey olur. Hiçbiri de ayıp değildir elbet. Ama kendi hikayenin yazarı olmak varken yerinde durmak… İşte varoluşuna ayıp etmek de böyle olur tahminimce.
Nihan Ayşe Yaman